Her iki tarafın da belirli edimleri yerine getirmeyi taahhüt ettiği sözleşmelerde, bu edimlerin değerinin mutlaka eşit değerde olması gerekmez. Bu gibi durumlarda çoğu zaman hukuk düzeni sözleşme özgürlüğü kapsamında taraflar arasındaki anlaşmaya müdahale etmemektedir. Ancak edimler arasındaki orantısızlık belli bir noktaya ulaşırsa, aşırı yararlanma hükümleri uygulama alanı bulabilir. Bu hükümler özellikle taraflardan birinin diğer tarafın içinde bulunduğu zor durumdan ya da deneyimsizlikten yarar sağlaması halinde uygulanabilir.
Bir sözleşmede edimler arasında açık bir oransızlık varsa ve bu açık oransızlık zarar gören tarafın düşüncesizliğinden veya deneyimsizliğinden yararlanılarak yaratılmışsa, zarar gören taraf bir yıl içinde diğer tarafa bir bildirim göndererek sözleşmeden dönebilir. Bir yıllık süre, zarar gören tarafın düşüncesizlik veya deneyimsizlik halini öğrendiği tarihte ya da zor durumda ise bu durumun ortadan kalktığı tarihte başlar. Ancak her halükârda sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren beş yıl içinde sözleşmeden dönülmesi gerekmektedir. Beş yıl içinde bu hak kullanılmaz ise deneyimsizlik hali daha sonra öğrenilmiş veya zor durum daha sonra ortadan kalmış olsa dahi bu hak kullanılamaz.
Edimler arasında açık bir orantısızlık olup olmadığına, edimlerin adil piyasa değerleri dikkate alınarak hâkim tarafından karar verilir. Hâkimin bu değerlendirme sonucunda açık bir oransızlık olduğu sonucuna varabilmesi için, iki edim arasında herkesin fark edebileceği bir oransızlık olduğunun tespit edilmesi gerekir. Taraflardan birinin istismar edilip edilmediği ise söz konusu tarafın içinde bulunduğu bazı durumlara göre belirlenir; zor durum, taraflardan birinin büyük zorluk içinde olması; düşüncesizlik, kişinin kendi çıkarını iyi hesaplayamaması, kandırılması veya istismar edilmesi; tecrübesizlik, iş hayatının işleyişini iyi anlayamama veya işin gerektirdiği tecrübe düzeyine erişememesi şeklinde ifade edilmektedir. Zarar gören tarafla ilgili olarak bu durumlardan herhangi biri gerçekleşmişse, hâkim, aşırı yararlanmanın söz konusu olduğu sonucuna varabilir.
Bir sözleşme kapsamında aşırı yararlanmanın gerçekleşmiş olması, söz konusu sözleşmenin doğrudan hükümsüz olduğu anlamına gelmez. Yukarıda da belirtildiği üzere, hak sahibinin sözleşmeden döndüğünü bir yıl içinde karşı tarafa bildirmesi gerekmektedir. Bu bildirim yapılırken ifa edilen edimlerin geri istenip istenmediği veya edimler arasındaki dengesizliğin giderilmesinin talep edilip edilmediği de belirtilmelidir. Zarar gören taraf bu süre içinde karşı tarafa bildirimde bulunmazsa sözleşme baştan itibaren geçerli olur ve tüm sonuçlarını doğurur.
Örneğin aşırı yararlanmanın gerçekleşmiş olduğuna ve sözleşmeden kısmen ya da tamamen dönülebileceğinin kabul edildiği Yargıtay kararlarından bazıları şu şekildedir:
Önce uyuşmazlık konusu olayın ve tarafların özellikleri başka türlü bir değerlendirmeyi zorunlu kılmadığı takdirde hangi orandaki bir ivaz farkının açık nisbetsizlik sayılacağını veya sayılmayacağını belirleyen bir tavan ve tabandan yararlanmak uygun olur. Dairenin sürekli uygulamasına göre ivazlar arasındaki 50/100 oranındaki bir fark açık nisbetsizliktir, bu kesindir. 10.000 lira değer taşıyan bir mal veya hizmetin 5000 lira karşılığında değiş-tokuş edilmesi normal bir kişinin kabul edebileceği makul bir alış veriş tarzı değildir. Dairenin uygulamalarında ivazlar arasında yüzde yirmibeş oranındaki bir farkın açık nisbetsizlik sayılmadığı dahi kuşkusuzdur. Hal böyle olunca, olağan koşullar altında açık nisbetsizlikten söz edilebilmesi için ivazlar arasında en az yüzde yirmibeşten fazla bir fark olması zorunluğu vardır.
–
Somut olayda, dava konusu taşınmaz İstanbul’un Avcılar ilçesindedir. Henüz kat irtifakı kurulmamış ve tapuda arsa niteliği ile kayıtlıdır. Taşınmaz üzerinde bodrum + zemin + 3 normal ve teras kattan oluşan bir bina bulunmaktadır. Satış vaadi sözleşmesinden pay satışı yapılmış ise de sözleşme konusunun bağımsız bölüm olduğu hususunda taraflar arasında uyuşmazlık yoktur. Bilirkişi raporunda dava konusu 5 numaralı dairenin sözleşme günündeki gerçek değerinin 7 milyar lira olduğu bildirilmiş, satış vaadi sözleşmesinde ise satış bedeli 300 milyon lira gösterilmiştir. Gabin savunmasına karşı davacı vekili, gerçekte taşınmazın 6.500.000.000 liraya alındığını, harçtan kaçınmak amacıyla sözleşmede bedelin düşük gösterildiğini ileri sürmüş ise de bu iddiasını kanıtlayamamıştır. Sözleşmedeki değer ile bilirkişinin bildirdiği değer karşılaştırıldığında ivazlar arasında açık ve aşırı nispetsizliğin bulunduğu, böylece gabin unsurlarından objektif şartın gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Diğer yandan, 8.8.1999 tarihinde evden ayrılarak ortadan kaybolduğu babası tarafından Cumhuriyet Savcılığı’na ihbar edilen ve tanıkları tarafından saf bir kişi olduğu bildirilen 21 yaşındaki davalının, evlenme vaadinde bulunan Mustafa B. isimli kişi ile isteğiyle kaçıp birlikte yaşamaya başladığı, Mustafa’nın isteği doğrultusunda arkadaşı olarak tanıttığı davacıya dava konusu dairesi için 23.8.1999 tarihinde satış vaadinde bulunduğu, daha sonra kandırıldığını anladığı, ancak başından geçen olaylar nedeniyle bu aşamada evine dönmesi mümkün olmadığından Mustafa ile 1.11.1999 tarihinde zorunlu olarak evlendiği, kısa süre içinde baş gösteren anlaşmazlıklar nedeniyle de evlendikten on gün sonra baba evine döndüğü, halen eşi ile aralarında boşanma davasının bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir. Anlatılan bu olaylar karşısında davalının manevi müzayaka, hiffet ve tecrübesizlik içerisinde davacıya satış vaadinde bulunduğu, buna göre gabinin subjektif unsurunun da gerçekleştiği sonucuna varılmaktadır.
–
Mahkemece, iddia, savunma, taraflarca sunulan kanıtlar ve yaptırılan bilirkişi incelemelerine göre, davacının dersane işleten bir tacir olduğu, meydana gelen depremin 7.4 şiddetinde olması büyük hasara yol açtığı, davacının elde ettiği sürekli ve düzenli geliri deprem neticesinde bir anda kaybettiği, bankalarla olan kredi ilişkisi nedeniyle sıkıtı içine girdiği, psikolojik ve iktisadi müzayaka içine düştüğü, BK.nun 21 nci maddesindeki gabin olgusunun gerçekleştiği, poliçe üzerindeki %0 koasürans ve %0 tenzili muafiyetin deprem ve yanardağ püskürmesi ek klozunda geçerli olması gerektiği, bunların sehven yazıldığı savunmasının geçerli sayılmayacağı, iş ve kira kaybının poliçe kapsamında olduğu, davacının bunlardan dolayı toplam ( 41.412.500.000 ) lira talep edebileceğinin tesbit edildiği gerekçesiyle, davanın gabin iddiasının kabulü ile ibranamenin iptaline, ( 41.412.000.000 ) liranın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
